Geçmişten Günümüze Eğitimde Kimlik İnşası Sorunu

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EĞİTİMDE KİMLİK İNŞASI SORUNU

(M. SAİD CELAYİR)

Ulus kimliğinin inşasındaki en önemli unsur ideolojidir. Egemen güçler aracılığıyla, kimlik ve siyasi boyutlarının yanı sıra ideoloji, toplumun birçok alanına nüfuz etme amacı taşır. Bunlardan birisi ise elbette eğitimdir ki en önemlisidir. Eğitime kendi kimliklerinin meşruiyetini kazandırmak isteyen muktedirlerin, hedefleri doğrultusunda bir eğitim analizi yapmaları da kaçınılmazdır ve toplumu bu minvalde inşa etmeye çalışırlar. İdeolojilerin ve temsilcilerinin böyle davranması, başka bir düşüncenin varlığına karşı çıkmaktır. Çünkü yukarıda da değindiğimiz üzere meşruiyet kazanma amacıyla dava gütmektedirler. Böylesi bir girişten sonra, Tanzimat döneminden itibaren eğitimin seyir çizgisini kısa kısa takip etmekte fayda var. Bu, elbette geniş ve derin bir konu ancak merak uyandıracak şekilde önemli noktalara değinip geçeceğiz.

 

Tanzimat dönemiyle birlikte modern eğitim kurumlarının temeli atılmaya başlanmış ve geleneksel yapı içerisindeki eğitim kurumlarıyla (mahalle mektebi, sıbyan mektebi vb.) birlikte bir eğitim yürütülmeye çalışılmıştır. Modern okullarda öncelikli alan askeri ve bürokratik eğitim olurken, geleneksel okullarda temel eğitim sürdürülmeye devam etmiştir. Ama yenileşme çalışmalarının ileriki safhalarında ortaya “iki yapı arasında zıt zihniyet” sorunu ortaya çıkmıştır. Osmanlıcılık ve Batıcılık anlayışını birlikte yürütmek isteyen Tanzimat eğitiminde, geleneksel okullar işlevsizleştirilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda, milliyetçilik anlayışıyla okullarda öğretim dilinin zorunlu olarak Türkçeleştirilmesi zıtlığı körüklemiş, iki yapının eğitiminden geçen nesiller, kendilerini iletişim ve fikir kavgasının ortasında bulmuşlardır. II. Abdülhamit zamanında Türkçe okullarda yaygınlaşırken, Türk tarihinin anlatımı ön plana çıkmıştır. Tebaa içerisinde Müslüman unsurların geri kaldığı düşünülerek, onların eğitimine odaklanılmış, dindar neslin yetiştirilmesi önem kazanmıştır. Bu dönem, aslında tamamen İslamcılık ve Osmanlıcılık ekseninde eğitim faaliyetinin yoğunlaştığı bir dönemdir ancak yine de modern ve geleneksel okulların dini ve dünyevi eğitim farkı göze çarpmaktadır.

 

  1. Meşrutiyet dönemi, aslında girişte yaptığımız kısa açıklamanın tam karşılığıdır. Yeni bir ortam oluşturma, toplumsal faaliyetleri bu ortama göre şekillendirme ve bunun için de müfredat ve ders kitabını kullanma bu dönem iktidar sahiplerinin birincil hedefi haline gelmiştir. Kısaca tek tip profiller oluşturmak temel gayedir. Özellikle II. Abdülhamit döneminde yaygınlaşan padişaha saygı, dine saygı vb. olgular kitaplardan yavaş yavaş çıkarılmış, zamanla bunlar düzenlenerek nesillerden soyutlanmıştır. Osmanlıcılıkla başlayan ideolojileri zamanla Türkçülüğe dönmüştür. Yoğun bir Türk olgusu ve övgüsü kitaplarda çokça yer edinmiştir. Bu da aslında dönemin muktedirlerinin halka değil de kendilerine yönelik, siyasi bir kanal açtıklarının göstergesidir. Dinden ulusçuluğa (İslamcılıktan Türkçülüğe) geçiş etkinlik kazanmıştır. Fakat bu ulusçuluk anlayışı zamanla güdükleşmiş, batıcılığa kaymıştır. Böylelikle çocuk da aileye ve topluma ait bir unsur olmaktan çıkmış, devletin ya da iktidar sahiplerinin var oluşunun temel sebebi olmuştur. Kısaca iktidar sahipleri devletin bekası için çocuğu diğer unsurlardan (tamamen olmasa bile) ayırarak, ona kendisi sahip çıkmıştır.

 

Cumhuriyet dönemiyle birlikte eğitim batıcı ve medeniyetçi bir görünüme yönelmiştir. Toplumun geleneksel yapısı revize edilerek, batıdan toparlanan bilgilerle yeni bir tarih ve kültür inşasına başlanmıştır. Unutma, unutturma ve yeni bireylere aşılanan değer algılarıyla modern bir yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. Aslında biz buna gelenekten sıyrılıp zihinsel bir deneyim diyebiliriz. Karmaşık bir yapı yerine akılcılık ve bilimsellik unsurlarını kullanarak eğitim devrimi oluşturma hedeflenmiştir. Bu sebeple başlangıçta yeni bir ideolojik yapının inşası için geçmişe dair izler müfredattan, ders kitaplarından ve zihinlerden çıkarılmaya çalışılmış, bunlarla ilgili karşıtlıklar işlenmeye başlanmıştır. Bu da haliyle geçmişle nesil arasında bir ötekileştirme sonucunu doğurmuştur.  Bu dönemde tarihi meseleler ve özellikle Türk tarihi İslam öncesi dönemden sıyrılarak anlatılmış, tarih sürecinde inanç eğilimi, kültürel faktörler ve benzer değerlerden uzak durmaya çalışılarak homojen ve reformist/laik bir yapı oluşturulma hedeflenmiştir. Bu homojen yapı oluşturma kaygısı da tekkültürlü ve tektip bireyleri, geleneksel/modern yapının çokkültürlü ve farklı tip bireylerinden ayırarak ideolojik tasarıların vücut bulma sürecine katkı sağlamıştır.

 

Çok partili döneme geçişle birlikte ilk cumhuriyet yıllarının ideolojik algısı da yavaş yavaş değişime uğramış; din ve Türklük anlayışı beraber ilerlemiş, gelenek, modern bireyle birlikte hareket etmeye başlamıştır. Devletin toplum üzerindeki hegemonyası, yani devlet, toplumun sahibidir yerine devletin toplum için elzem olduğuna yönelik görüşler hem eğitim hem de sosyolojik anlamda ilerleme kaydetmiştir. Bunun temel sebeplerinden birisi de yeni nesil ile devlet arasındaki uzlaşmanın sağlanması, devletin nesillere sosyolojik güvence vermesinde yatmaktadır. İktidarvari söylemler zamanla insana yönelmiş, bilimselliğin yanı sıra milli ve manevi eğitim okulların ve eğitim müfredatının temel söylemi haline gelmiştir. Ulus inşa etmek, insan inşa etmekten başlamaktadır kısacası. Ancak 12 Eylül ile birlikte insani eğitim yerini yeniden radikal bir yurttaşlık eğitimine bırakmış, kuvvet ve güç ilkesinin önemi üzerinde durulmuş, “milli” kavramı içerisinde zorunlu bir eğitim oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak bu dönemde din algısı yıkılmamış, bilakis din vurgusu ulusçu unsurlarla birlikte korunmaya devam etmiştir.

 

28 Şubat süreciyle birlikte kendisini elitist tabakada gören bir üst sınıf ortaya çıkmış, kendilerinin vurguladığı sınırlar dışında herhangi bir tahakküme rıza göstermemiş ve belirli kurum ve kuruluşların eğitimi yönlendirmesine izin verilmiştir. Bu dönemde kesintisiz ve karma eğitim temel hedefler olarak göze çarpmaktadır. Din öğretimi tamamen devletin kontrolüne bırakılırken, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının dini kimlikle eğitim yapmaları da engellenmiştir. İlerleyen zamanlarda da nesilleri sınırlayıcı yasaklarla bireyler zorlanmıştır. (Örneğin üniversitelerde kılık kıyafet baskısı) Liselerde de üniversiteye geçişte normal liselerle meslek liseler arasında haksız bir ayrıma gidilmiş ve statükocu bir zihniyet yetiştirme hedeflenmiştir. Koalisyon dönemi bu şekilde geçtikten sonra 2002’den bu yana yeni bir eğitim anlayışı gelişmeye başlamıştır. Çokkültürlülüğe ve yine çok partililiğe geçiş döneminin “birey, insan” anlayışına yönelme olmuştur. Kılık kıyafet serbestliği, seçmeli derslerin yaygınlaşması, üniversite sınavlarındaki katsayı uygulamasının kaldırılması bunlara örnektir. Ancak eğitim anlamındaki gelişim devamlı yap-bozlarla sekteye uğramış, sabit ve gelişimci bir seyir izlenememiştir. Bunun sebebi de (ister demokratik olsun ister teokratik ister liberal isterse başka bir ideolojik kaygıyı gütsün fark etmez) insanın olduğu her yerde belirli tahakküm alanlarının olması ve bu alanları olumlu-olumsuz kendi değerleri için dolduranların varlığıdır. Eğitimdeki en büyük yanılgı da budur. Herkesin değeri farklı olabilir ama eğitimin tek değeri ve amacı vardır: İnsan yetiştirme! Yetiştirdiğiniz insanı, devamlılık arz eden ve sonu belirsiz değişkenlerle beslerseniz karmaşık ve ne olduğu belli olmayan bir yapı inşa edersiniz. Dindar istersiniz muhafazakâr olur. Laik istersiniz liberal olur. Demokrat istersiniz totaliter olur.

 

Sonuç olarak görüyoruz ki cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bütün ideolojiler meşruiyetlerini kendi görüşlerinden almaktadır. İdeoloji-eğitim sürecinde genel anlamda belli bir paralellik süregelmiş olup, söylemler ve eylemler de bunları haklı çıkarmıştır. Günümüzde eğitimcilerin ve ailelerin en önemsedikleri şey eğitim politikasının hakikaten eğitimciler tarafından yapılmasıdır, ideolojiler tarafından değil. İster geleneksel ister modern bütün değerlerin bir potada eritilip değer ve beceri haline getirilmesi ve insan yetiştirme olgusunun üst seviyeye çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde geçmişte yaşanmış hataların bugüne malzeme olması kaçınılmazdır ve bu miras böylece sürüp giderken olan nesillere olur. Eğitimin ideolojilere ihtiyacı yoktur ama ideolojilerin eğitime ihtiyacı vardır.

Cevap Bırakın

Navigate