ÇOCUĞUN ERKEN FARKINA VARMAK: ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİ
Erol Erdoğan
Suriye krizi… Göçmenlerin hepimizi üzen görüntüleri… PKK ve DAEŞ’in vahşi saldırıları… Son birkaç yıldır ekranlardan sürekli içimizi burkan haberler akıyor. Bir yanımız hep ağıt. “Arada güzel şeyler de oluyor.” desek de acı haberler gündemimizde çok yer kaplıyor. Arada olan güzel şeyleri duymuyoruz ya da hızlıca gelip geçiyorlar. Oysa hızlıca gelip geçen iyi şeyler; çoğaltılmayı, daha çok duyulmayı, daha fazla insana ulaştırılmayı bekliyor. Sonuçta, olumsuzlukları azaltmanın en verimli yolu iyilik yapmak, iyilikleri yaymak ve yaşamaktır.
Hızlıca gelip geçen iyi şeyler biri, 18-20 Mart 2016 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen ‘Erken Çocukluk Eğitimi Kongresi’ idi. Cuma günü öğlenden sonra başlayan kongre Pazar akşamına kadar sürdü. İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği (İGEDER) tarafından düzenlenen organizasyona dört üniversite (Marmara, İstanbul, Zaim, Hasan Kalyoncu) ile Milli Eğitim Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi de destek verdi. Kongrenin teması “Eğitimde insanî, milli ve özgün model arayışları” olarak belirlenmişti.
Erken çocukluk eğitimi; çocuğu, davranışları ve geleneği önemseyen bizim gibi ülkelerde yeni bir şey değil. “Ağaç yaşken eğilir.” atasözü ile eğitimin anne karnında başladığına dair inanışlar milletimizin bu konudaki duyarlılığını ortaya koyuyor. Dede-torun ilişkisine verdiğimiz önemin büyüklüğü; çocuklarımızın geniş ailede dede-ninesini görerek büyümesine dair kadim eğilimlerimiz de aynı duyarlılığın tezahürü. Ancak, dünyanın erken çocukluk eğitiminde aldığı mesafeler, bizim bu alanda daha köklü ve hızlı projelere imza atmamızı zorunlu hale getirdi. İGEDER’in düzenlediği Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Kongresi bu açıdan kayda değer. Erken çocukluk eğitimi her zaman önemliydi ama hızlı göç, geniş aileden çekirdek aileye geçiş, çalışma hayatının farklılaşması gibi nedenlerle önemi daha da arttı.
Kongreye Türkiye’nin yanı sıra Kanada, ABD, İngiltere, Belçika, Avustralya, Güney Kore, Malezya, Pakistan, Fransa, Kazakistan, Azerbaycan, Avusturya, Gana, Burkina Faso ve Özbekistan gibi 14 ayrı ülkeden uzmanlar katıldı. Kongre boyunca 11 atölye çalışması, 19 çalıştay, 6 panel, 5 çağrılı konuşmacı oturumu, 38 bildirili oturum yapılmış, 152 bildiri sunulmuş.
Kongrede Pazar sabah benim de bir tebliğim vardı. Tebliğ başlığım hayli uzun. Şöyle: “Bir Eğitim-Öğretim Aracı Olarak Çocukluğumuzdaki Oyunların Topluma Yeniden Kazandırılmasının Önündeki Engellerden Biri Olarak Büyüklerin Ön Yargıları ve Hatalı Davranışları.” Sabah 10’da başlayacak oturum öncesi o saatte salonun boş kalacağını düşünüyordum. Yanılmışım. Sunumlar başlamadan salon doldu, ayakta duranlar da vardı. Cumartesi günü de başka bir salonda Prof. Dr. Selahattin Turan hoca ile değerli dostum Muhammed Öz’ün “Erken Çocukluk Eğitiminde Millî ve Özgün Kavramlaştırma Arayışları: Nurettin Topçu’nun Görüşleri Işığında Teorik Bir İnceleme” başlıklı bildirisini dinlemiştim. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Selahattin Turan Hocamız, aynı zamanda kongrenin bilim kurulu başkanıydı.
Kongreye Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın katılarak konuşma yapması katılımcılar ve dinleyicilerde memnuniyet oluşturdu. Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler ve medyanın kongreye ilgi göstermesi sevindiriciydi ama kongre organizasyonunu ve katılımcıları memnun eden esas katılım ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kongrenin kapanışına katılarak konuşma yaptı. Nabi Avcı’nın konuşmasında, erken çocukluk eğitimini okulun yanı sıra aile ve anne-baba ile özellikle ilişkilendirmesini kayda değer buldum. Çünkü kurumsallaşmış ve endüstrileşmiş erken çocukluk eğitimi, çocuğun eğitilmesini kapitalist ve modernist yaklaşımlarla bazen aileden uzak tamamen okul merkezli bir süreç olarak tanımlıyor. Oysa çocuğun ilk eğiticisi annedir, babadır. Anne-baba ve ailenin çocuk eğitimindeki yerini her zaman korumamız, değerli tutmamız gerekiyor. Teknoloji ne kadar güçlenirse güçlensin, okullar ne kadar başarılı olursa olsun, kitaplar ve dergiler ne kadar pedagojik çıkarsa çıksın, ailenin ilk mekteplik fonksiyonu sona ermez. Bir çocuk için babalık, annelik, dedelik, ağabeylik, ablalık her zaman gereklidir. Çocuklarımız için iyi okullar bulmak, özel dersler aldırmak, harika dergilere abone olmak, onlarca kitap almak ebeveyn olmanın gereğidir ama kül’ü değildir. Eğitim asıl itibariyle yaşamakla ilgili bir öğrenme, kavrama, içselleştirme işidir. Erken Çocukluk Eğitimi Kongresinde benzer vurgulara sıkça rastladım. Buna da sevindim.
Kongrede erken çocukluk eğitimi her yönüyle konuşuldu diyebilirim. Oturum başlıklarının bir kısmını sayarsam kongrenin muhteva ve konu genişliğini göstermiş olurum. İşte bazıları… Çocuk ve Sanat, Çocuk ve İnanç, Çocuk ve Edebiyat, Değerler Eğitimi, Çocuk ve Medya, Aile ve Okul, Çocuk ve Kültür, Oyun ve Oyuncaklar, Çocuk ve Şiddet, Çocuk ve Şahsiyet. Takip edemesem de beni heyecanlandıran konuların açılış panelinde yer aldığını söylemeliyim. Açılış panelinde yer alan başlıklardan ikisi şöyleydi: Modern Okulun Açmazları ve Yarınki Türkiye’nin Eğitim Davası (Prof. Dr. Selahattin Turan), Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’nin Modernleşme Serüveni ve Çocuk (Prof. Dr. İsmail Coşkun).
Eğitim basamağının ilk ve en önemli dönemi olan erken çocukluk eğitimini; insanî, millî ve özgün model arayışları çerçevesinde tartıştırma zemini oluşturduğu niçin İGEDER’e teşekkürler.