Örnek Bir Eğitimci, Örnek Bir Aile Hayatı

İnsan, hayatının bir bölümünde yanlış yapmakla meşgulken başka bölümlerinde doğru yapamaz. Hayat bölünmez bir bütündür. Özel hayat, her zaman iş hayatına da nüfuz eder.

 

Mahir Hoca’nın hem ailesinden aldığı destek hem de onlara olan cömert ilgisi ve nezaketi, onu öğrencileri ile yapmış olduğu hizmetlerde mutlu ve başarılı kılmıştır. Her şeyden evvel, kendi iç dünyasında huzuru bulmuş olan Mahir Hoca, bunu ailesinden başlamak üzere çevresindeki herkese başarıyla yansıtmıştır. Hoca, “Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.”, “Müminlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.” hadislerinin ışığında bir aile hayatı yaşamaya özen göstermiş, eşi ve çocuğu üzerinden ilgi ve alakasını eksik etmemekle birlikte yakın akraba ve kardeşleri ile de beraberliğini fevkalade başarılı bir şekilde sürdürmüştür. Tüm bunlarla birlikte kıymetli eşi Mihrinur Hanım, Hoca’nın dinimizin hakikatlerini öğrencilerine öğretmek için, insan yetiştirmek için intisap ettiği öğretmenlik mesleğini hakkıyla yerine getirme çabasının en büyük destekçisi olmuştur.

Mahir Hoca’nın iz bırakan bir eğitimci olmasındaki şüphesiz en önemli hususlardan biri, hem çekirdek ailesi hem de geniş ailesindeki insicam ve huzurdur. Hoca’nın çocukluğundan beri babası ve annesi ile olan münasebetleri ve onların Mahir Hoca’nın yetişmesi hususundaki gayretleri ile daha sonrasında evlilik hayatı ile birlikte eşi Mihrinur Hanım’ın anlayışı ve Hoca’ya olan sınırsız desteği, onun öğrencileri üzerinde büyük tesir uyandıran hizmetinin arka planındaki en temel etkendir.

Evliliği

Mehmet Âkif Ersoy’un, 23 Mayıs 1928 tarihli mektubunda “Sen daha teehhül etmedin mi? Sen böyle mücerred mi yaşayacaksın?” diye hitap ettiği Mahir Hoca’nın evliliği biraz ileri yaşta olmuş, Mihrinur Hanım ile 1938 yılında evlenmiştir. Mihrinur Hanım’ın babası; Darüşşafaka Lisesi’nde İngilizce öğretmeni, aynı zamanda şair olan Muhyiddin Raif Bey’dir. Mahir Hoca’nın, Muhyiddin Raaif Bey’le tanışması, Halıcıoğlu Askerî Lisesi’nde vazife yaptığı yıllarda gerçekleşmiştir. Mahir Hoca, Tasavvuf ehli bir kişi olan ve şiirlerini zevkle okuduğu ve şahsiyetini takdir ettiği Muhyiddin Bey’e bir müddet sonra damat olmuştur. Bu evlenme faslı şöyle gerçekleşmiştir:

Mahir Hoca’nın Edremit Orta Mektebi’ne müdür olarak gittiği yıllarda kendisiyle tanıştığı, Kadirî tarikatına mensup Hafız Osman Bey, Muhyiddin Raif Bey’e gıyabî olarak bir hayranlık beslemekteydi. Bu münasebetle Mahir Bey, meslektaşı olan Raif Bey’e mektup yazmış ve birkaç şiirini rica etmişti. Bir yarıyıl tatilinde Mahir Bey İstanbul’da iken Muhyiddin Bey’in hayranı olan Hafız Osman Bey İstanbul’a gelmiş ve Raif Bey’i ziyaret etmek için ısrar etmiştir. Mahir Bey, Muhyiddin Bey’in adresini almış ve birlikte ziyarete gitmişlerdir. Fakat Raif Bey’i evde bulamamışlardır. Muhyiddin Raif Bey’in kızı bu ikiliye kahve ikram ederek babasının eve geliş saatleri ile ilgili bilgi vermiş, ikramdan sonra Mahir Bey ile Hafız Osman Bey evden ayrılmışlardır. Bu ziyaret sonunda Hafız Osman Bey, Raif Bey’in kızı Mihrinur Hanım ile Mahir Bey’in evlenmesini düşünmüş ve bu fikri Mahir Hoca’nın akrabalarıyla paylaşmıştır. Mahir Bey’in ailesi de yıllardır meşgul oldukları; fakat bir türlü evlendiremedikleri kardeşleri için bunu fırsat bilerek ertesi gün görücü olarak Raif Bey’in evine gitmişlerdir. Mahir Bey’in ailesi, kızı beğenmiş ve Raif Bey’den istemeye karar vermişlerdir. Raif Bey meseleyi mürşidi olan Fehim Bey’le istişare etmiş ve istişarenin sonucunun da olumlu çıkması ile evlilik gerçekleşmiştir.

Kendisi de bir İstanbul hanımefendisi olan Mihrinur Hanım’ın Mahir Hoca ile evliliklerinden Sema adında bir kızları olmuştur.

Mahir Hoca’nın Eşiyle Muhabbeti

Vefatına kadar eşiyle güzel bir ömür geçiren Mahir İz Hoca’nın başarı hikâyesinin arkasındaki önemli kahramanlardan biri, eşi Mihrinur Hanım’dır. Mihrinur Hanım, hem Mahir Hoca’nın üzerine titremiş hem de onun bir nesil yetiştirme endişesi ile yapmış olduğu hizmetlerde en büyük destekçisi olmuştur. Hoca’ya meslek hayatı boyunca sürekli destek olmuş, öğrencileri ile yaptığı çalışmalarda yüksünmeden, yorulmadan Hoca’nın yanında yer almıştır. Mahir Hoca’nın evini öğrencilerine açması, onlara çeşitli vesilelerle ikramda bulunması ve farklı zaman dilimlerinde faaliyetler yapabilmesi, eşinin anlayışı ve desteği sayesinde olmuştur. Mahir Hoca’nın öğrencilerinin sıklıkla telaffuz ettikleri “Saadethanesine çok gidip geldim, ekmeğini tuzunu yedim, çayını içtim, sohbetlerinden yararlandım.” hakikati tamamen eşi Mihrinur Hanım’ın yüksek karakterinin göstergesidir. Onun Hoca’nın hizmetine olan inancı kendisini misafirperver olmaya sevk etmiş, eve gelen öğrencilerine cömertçe hizmette bulunmuştur. Mahir Hoca’nın vefatından sonra dahi evine gelen giden öğrencilerine hizmette bulunan Mihrinur Hanım ile ilgili Mustafa Uzun’un şu anekdotu manidardır:

Mihrinur Hanım, Mahir Bey’in vefatından sonra on sene daha yaşamıştır. Bu zaman zarfında kendisini ziyaret eden Hocamızın talebelerini, eskisi gibi evinde ağırlamaya devam etmiş, bizlere onun bir hatırası ve kendi evlatları gibi davranmaya devam etmiştir. Hatta fakültemiz öğrencilerinden kendisini ziyaret edip elini öpmek isteyen birçok talebemizi dahi zaman zaman evinde ağırlamaya devam etmiştir.”

Ertuğrul Düzdağ’ın şu hatırası da Mihrinur Hanım’ın yapmış olduğu fedakârlıkların anlaşılması açısından çok değerlidir:

“Lisenin son iki sınıfında hemen her hafta, hatta bazen haftada iki defa evine giderek sohbetinden istifade ettim ve hizmetinde bulundum. O zamanlarda yatılı talebeler, cumartesi öğleden pazar akşamına kadar ve hafta içinde çarşamba öğleden sonraları ders olmadığı için saat beşe kadar dışarı çıkmaya izinli idiler. Bu izin günlerinde ve yaz tatillerinde, bazen evin çatı katındaki küçük odada yattığım da oldu. Bu kalışlarım birkaç kere Ramazan’a rastladı. Merhumun sahur vaktinde, içinde kayısı hoşafı ve peynirli börek bulunan bir tepsi ile merdivenleri çıkıp gelerek, beni oruca kaldırmasını unutamam…”

Hocanın sağlığına da çok özen gösteren Mihrinur Hanım, Hoca için özel diyet yemekleri hazırlamış, bir program dahilinde yemeğini takip etmeye çalışmıştır. Damak zevki gayet iyi olan Mahir Hoca bu programın dışına çıksa da Mihrinur Hanım her fırsatta Hoca’nın çeşitli rahatsızlıkları sebebiyle diyetine dikkat etmesi için çaba sarf etmiştir. Mahir İz Hoca, eşinin, kendisine destek olması hususundaki tüm bu çabalarından, hizmetinden ve sağlığı için gösterdiği ihtimamdan memnuniyetini kardeşi Fahir İz’e yazmış olduğu mektupta şu şekilde ifade etmektedir:

Hastalığım sırasında Mihrinûr’un gösterdiği şefkate minnetdârım, belki bir aydır kuş uykusu uyudu. Benim yatakta sağdan sola dönüşümde hemen fırladı. Bu hâssasını kırk sene evvel söz kesilmeden Bursa’ya İstanbulluların an’anevî âdetine uyarak gidip Yeni Câmi hatîbi ve Nakşî meşâyihinden Ahmed Rüşdî Efendi’ye bir istihâre yaptırmıştım. İki gün sonra Beykoz’a bir mektûb gönderdi [Müşfika ve rahîme bir zevceye mâlikiyyetiniz görünüyor. Başkaca mâni yoksa derhâl teşebbüs ediniz.] demişdi. Dediği gibi çıkdı.

Mahir Hoca’nın yeğenlerinden Nazan Hanım’ın Mihrinur Hanım ile ilgili şu değerlendirmeleri, Mahir İz ile Mihrinur Hanım’ın aralarındaki münasebetin güzel bir özetidir:

“Mihrinur yengem, amcamla fevkalade uyumlu bir insandı. Amcama hürmet ederdi. Her kadının tahammül edemeyeceği bir şekilde hürmet ederdi.”

Geniş Ailesi ile Münasebeti

Mahir İz, çekirdek ailesinde olduğu gibi geniş ailesinde de çok değer verilen bir kişiydi. Kardeşleri ile birlikte ayda bir kez altı kardeşin en büyüğü olan Bihin Hanım’ın Kanlıca’daki evinde büyük aile buluşması yapılırdı. Bir gelenek hâline getirilen bu buluşmalarda çoluk çocuk ailece bir araya gelinerek hasret giderilirdi. Kardeşler arasında büyük bir saygı vardı. Sofraya oturulduğunda en büyük olan çatalı eline almadan diğerleri yemeğe başlamazdı. Kapıya tıklamadan içeri girilmez, çıkarken de iki adım geri atmadan dönülmezdi. Mahir Hoca, ailenin çocukları ile de fevkalade ilgilenirdi. Her yaştan yeğenleriyle seviyesince münasebet kurardı. Mahir Hoca bu aile buluşmalarında da heyecana gelerek şiir okumaları yapardı.

Aile İçi İletişim ve Örnekliği

Mahir Hoca’nın, eşiyle ve kızıyla münasebetleri son derece nezaket içerisindeydi. Mihrinur Hanım, Mahir Hoca’ya her zaman “Mahir Bey” diye hitap ederdi. Mahir Hoca yeğenlerine yaptığı bir nasihatinde, “Sakın hanımlarınıza hayır demeyin. Sizden bir şey talep ederlerse inşallah hallederiz deyin.” diye öğütleyerek aile ilişkilerinde anlayışlı olmayı tavsiye ederdi. Mahir Hoca’nın kızı Sema Üstünel Hanım’ın anlattığı şu hatıra, onun aile içi nezaketinin çok güzel bir nişanesidir:

“Tek kızım, başka kardeşim filân yok. Babam çok çok da zarif bir insandı. Su istemezdi, inanır mısınız? Mutfaktaki yardımcıdan filân asla. Ya annem ya da benden isterdi. Ben ayağa kalkarım. Seslenir: ‘Sema!’, ‘Efendim babacığım!’ derdim. ‘Kızım, ayağa kalkmışken bana bir bardak su lütfeder misin?’ ”

Dr. Nurgül Karayazı’nın Mahir Hoca’nın kızı Sema Üstünel ile yaptığı röportajdan derlediğimiz aşağıda yer alan hatıralar, Mahir Hoca’nın aile hayatında sergilemiş olduğu inceliklerin ve bırakmış olduğu izlerin en güzel belgelerdir:

“Ben evlendiğimde, bir baktım kayınvalidemler hep kıymalı, etli yiyorlar. Halbuki bizde haftanın üç günü balık yenirdi. O paranın zekâtının verilmesi mi, ne bileyim neden, Allah tarafından bereketi çok olurdu. Hele Ramazan sofralarımız, düğün sofrası hiç kalırdı yanında. Devamlı açıktı kapımız zaten Ramazan’da. Babamın çok hoşuna giderdi, öyle habersiz iftara gelene babam bayılırdı. Eşim de mesela babamdan öğrendi, o da yaptı. Buraya ilk taşındık, ilk işi muhtara gidip buradaki vaziyeti iyi olmayan kişilerin listesini alıp yardım etmek oldu.”

“Evde tam bir yemek saati yoktu; ama yemekte birlikte olmak önemli bir şey değil mi? Zaten üç kişi olduğumuz için, bana göre bu çok önemliydi; ama hiçbir zaman üç kişi kalamazdık. Muhakkak bir gelenimiz gidenimiz olurdu. Gerçi; ben de, annem de, üçümüz de çok severdik misafiri. Hani birisi bizle olsun; daha bir hareket olur, konuşma olur, bereket olur diye… Hemen kapı çalınınca babamın ilk lafı, “Bakın bir Tanrı misafiri kul geldi. Koyun bakalım servisini!” olurdu. Aynen bu tabirle… Kim olursa olsun. Mesela usta gibi ev işlerine bakar, sağa sola koşturur bir Mümtaz vardı. Elektrik, televizyon filan tamir ederdi. İmkânı yok, onun yemeğini mutfağa koydurmazdı. “Mümtaz’ın da tabağını sofraya koyun!” derdi. Halbuki o mutfakta yalnız yemekten daha mutlu oluyordu; ama babamın onu orada bırakmak hoşuna gitmiyordu. Çok incelikleri olan insandı. Üç gün üç gece anlatsam size bildiğim kadarını, bitiremem; ama diyorum bir on sene daha yaşasaydı çok şeyler öğrenecektim kendisinden.”

“Oğlum da bile vardı bu. Yani ufacık yaşta onu, kaybettiğim oğlumu, çok eğitti babam. Küçüğe yetişemedi, beş yaştı araları. Büyüğü alır, Emirgan’da oturuyorduk o zaman, camiye, cuma namazına götürürdü.”

“Babamı örnek almamamın imkânı yoktu. Çünkü bu, üç vakit nasıl yemek yiyorsun, beş vakit namaz kılıyorsun, onun gibi… Sofrada otururken mesela bir ‘Bismillahirrahmanirrahim’ derdi, hepimiz unutsak bile söylerdik. Kalkarken ‘Yâ Rabbi şükür elhamdülillah, hazâ min fadli Rabbî’. Bu duayı yüksek sesle söyler, biz de tekrar ederdik. O da verdiğin nimetlere şükür manasına gelir. Bunları duyacağımız şekilde söylerdi. Sofradan kalktığımızda bakınız kulağımızda kaldı. Sonra annem aynı usulü devam ettirdi. İnsan tabii duya duya birçok şeyler ediniyor.”

Mahir Hoca’nın aile hayatındaki bu nezaket ve ahenk, onun öğrencileriyle hizmetine de olumlu yansımıştır. Bununla birlikte burada önemli olan diğer bir husus ise Hoca’nın, öğrencilerine önemli derecede vakit ayırmasına rağmen ev halkını da mutlu edecek bir ilişkiyi ve iletişimi ortaya koyabilmesidir. Hoca, bu şekilde hem öğrencilerine hem ailesine faydalı olabilmiş, öğrencileri ve ailesi tarafından hayırla yad edilmeyi başarmıştır.

İdris TOPÇUOĞLU, Eğitimci Yazar 

 

Comments are closed.

Navigate