İyi ve kaliteli işler çıkarmak için üç şeyi iyi yönetmemiz gerekiyor demiştik; kendimizi, ekibimizi ve işimizi. Daha önceki yazılarımızda kendimizi ve ekibimizi yönetmek konularına değindik. Şimdi “İşimizi nasıl iyi yönetir de kaliteli çalışmalar ortaya koyarız?” konusunu ele alacağız.
Kalite anlayışı kaliteli işlerin tetikleyicisidir.
Öncelikle iyi işler ortaya koymanın vazgeçilmez şartının; kalite ve mükemmellik anlayışına sahip olmakla doğrudan alakalı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Temelde kalite anlayışı ya da beklentisi oluşmadan mükemmel işlerin olması mümkün değildir. Gerek Ghandi’nin “Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür, duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür” sözü; gerekse Mevlana’nın “Sen düşünceden ibaretsin, gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun” sözleri bize eylemlerimizin söylemlerimizden ve düşüncelerimizden doğduğunu hatırlatmaktadır. Dolayısıyla nitelikli işler yapmak, güzel hizmetler ortaya koymak, her şeyden önce bu tür neticeleri doğurma niyetine ve düşüncesine sahip olmakla mümkündür. Özellikle de yönetici pozisyonunda olanların, bu konuda daha hassas olmaları gerekir ki “Okulda Kaliteli Eğitim” üzerine çalışmalar yapan William Glasser; “Çalışanlar kendilerinden istenen şeyde kalite olduğuna inanmadıkça sıkı çalışmazlar” sözüyle kalite anlayışını görmeyen takım arkadaşlarının performanslarının, kaliteli ürünler ortaya çıkarmada yetersiz kalacağını belirtmektedir. Araştırmalar bize, kendilerinden beklentileri yüksek olan liderlerin, birlikte çalıştığı kişilerden de beklentilerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Mimar Sinan ile çalışan ustaların, Süleymaniye gibi bir şaheser ortaya koymalarındaki en önemli sebep, Mimar Sinan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın iş yapma anlayışları ve kendilerinden beklentileriydi. Bu beklenti, yüzyıllardır yaşayan birbirinden kıymetli eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Benzer durum eğitim alanında da geçerlidir, işini en iyi şekilde yapma derdinde ve arayışında olan bir eğitimcinin, yetiştirdiği öğrenciler de o nispette iyi olacaktır. Buna en güzel örnek Mahir İz’dir, mesleğindeki mükemmellik arayışı O’na, her biri alanında çok başarılı yüzlerce öğrenci yetiştirme imkânı sunmuştur. En mükemmelin arayışındaki genç bir mühendis olan Selçuk Bayraktar, dünyanın en iyi insansız hava aracını ortaya koymayı başarmıştır.
Bununla birlikte işini en güzel şekilde yapmak belli bir statünün, unvanın ya da maaşın karşılığı değildir. Bu bir karakter ve kişilik meselesidir. Martin Luther King’in “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin.” ifadesinden hareketle yapmakta olduğumuz işi, kendi kişiliğimizle ilgili bir belge, bir kanıt olarak görmeli, ailemizin ya da çocuklarımızın, ismimizin yanında hangi sıfatların anıldığını duymalarını istiyorsak işimize o motivasyonla yönelmeliyiz.
Şunu da unutmayalım ki belli noktalara gelmiş insanlar; kariyer basamaklarının başında, maaşlarını unvanlarını problem etmemiş insanlardır. Şayet “ne kadar para o kadar köfte” anlayışı ile çalışsalardı bugün bulundukları noktada olamazlardı. Sıfırdan, zor şartlarda başladığınız işlerde; iş tutuşunuz, sahiplenmeniz, en iyisini yapma yolundaki çabanız, yeterli karşılığı görmediğinizde bile en iyisini yapmaktan başka bir şeyi kendinize yakıştıramamanız sonucunda, kariyer fırsatlarının birer birer önünüze serildiğine şahit olursunuz. Bütün yetenek ve çabanızı bir sonraki işi ya da yükselmeyi düşünmeden elinizdeki işe yönelttiğinizde bütün kapıların doğal olarak açılacağına şahit olacaksınız.
Kalıcı mı olsun istiyorsun? O zaman güzel yap.
“Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” atasözünden de anlaşılacağı üzere insanın en önemli motivasyon kaynaklarından biri, kendisi hayata veda ettikten sonra geride hayırla yad edilmesine vesile olacak, hizmetler, ürünler, projeler bırakabilmesidir. İnsanlık tarihinde ortaya konulan, mimari, edebi ve sanatsal en güzide şaheserler bu duygunun neticesi olarak var olabilmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Mevlana’nın, “Kâmil insan odur ki; koya dünyada bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser” ifadesindeki bu hakikatin gerçekleşmesi, yani kalıcı bir eser bırakabilmek, hayatta iken ödenen bir bedelin neticesinde elde edilir. Ancak itina ile yapılan, emek verilen, kaliteli işler varlığını uzun yıllar devam ettirebilme şansına sahiptir. “Eserine uzun ömür isteyen, ona uzun zaman sarf eder” sözüyle anlatılmak istenen hakikat de budur. Uzun ömürlü bir eser; göz nuru dökmenin, alın teri akıtmanın neticesinde ortaya çıkabilecektir. Bu bedelin ödenmediği eser, sanatkarından daha kısa ömürlü olacaktır. Ziya Selçuk Hoca’nın ifadesi ile; “Mevlana sema yaparken akşam olsa da eve gitsem diye dönmüyordu. Yunus, şiirlerini yazarken bu iki kıtada böyle oluversin, nasıl olsa okuyan olmaz diye yazmıyordu. Mimar Sinan, nasıl olsa ben öldükten sonra yıkılır, diye bina inşa etmiyordu.” Hepsi eserlerinin kendilerinden sonra da hizmet etmesi düşüncesiyle, büyük bir itina ve mükemmellik anlayışı içinde eserlerine yöneliyorlardı. İltifat beklemeden marifete talip olmuşlardı.
Kur’an-ı Kerim’ de de Rabbimiz, “İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların mükafatını zâyi etmeyiz.” (Kehf 30) buyurarak emek verilen, özenle yapılan iyi işlerin karşılıksız kalmayacağını, karşılıklarının eksiksizce kendilerine verileceğini garanti etmektedir. Nitekim bugün insanlık tarihine baktığımızda zengin olanlardan ziyade insanlığın yararına eser bırakanları daha çok yad ediyoruz.
Kalitesiz işler pabucumuzun dama atılması neticesini doğuracaktır.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin önemli bir esnaf teşkilatı olan Ahilik’te, her meslek grubunun kendi içini denetleme, kanun belirleme ve esnafları yönetme gibi görevleri bulunurdu. Meslek grubuna göre üretilen bir üründe, çabuk bozulma, yırtılma veya çürüme gibi bir durum görülürse, o üründe bir hile olup olmadığı araştırılır, şayet hileli bir durum bulunursa o ürünü üreten esnaf cezalandırılırdı. Bu kapsamda sıkça tartışılan ve gündem olan ürünler de ayakkabılardı. Üretilen ayakkabıda eğer bir üretim hatası söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri ve diğer meslek temsilcileri huzurunda denetimi yapan yetkili tarafından uyarılır, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanırdı. Dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak üzere dama atılırdı. Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup, meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar, müşterisinin azalmasına yol açardı. Bu uygulamadan hareketle birisi hakkında pabucu dama atıldı denilmesi, artık o meslekte itibarını kaybettiği, dolayısıyla da ticari durumunun zora gireceği anlamına gelmekteydi. Her ne kadar günümüzde böyle bir uygulama olmasa da, iyi yapılmayan işler çok çabuk kendini belli etmekte ve hızla bu kötü unvan yayılabilmektedir. Bırakın kendi semtini, hileli ya da yeterince emek verilmeden yapılan işlerin namı tüm dünyaya çok çabuk ulaşmaktadır. Tam tersi, yaptığımız işin en iyisini yaptığımızda da önümüzde bir sürü kapı ardınca açılmaktadır. Her iş, kariyerimizde bir iz bırakır ve bu iz biz nereye gidersek gidelim peşimizden gelir. İş görüşmelerinde yaptığımız referans araştırmalarında buna net bir şekilde şahit oluyoruz. İş hayatı boyunca kişinin ihmalleri, tembellikleri, işini ağırdan almaları, uyumsuzlukları kadar, gayreti, titizliği, işini iyi yapması gibi vasıfları da onun peşini bırakmıyor. Bu nedenle hayatımızın her anında işini en iyi şekilde yapma fikrinden bir an olsun ayrılmamalı, pabucumuzun dama atılmasına fırsat vermemeliyiz.
İyi hissetmenin ve ölümsüzlüğün sırrı da güzel işler yapmaktan geçiyor.
Kaliteli ve nitelikli işler ortaya koymak, psikolojimize de iyi gelecek, bizi daha iyilerini yapmaya doğru motive edecektir. Eksik bıraktığımız, noksan yaptığımız her işimiz ise içten içe bizleri huzursuz ederek başarısızlık hissiyatına kapılmamıza sebep olacaktır. Rabbimiz “Yaptığınız işi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever“(Bakara,195) buyurarak işlerini güzel yapanlara olan sevgisini ve güzel yapılan işlerin onun katındaki değerini ifade etmektedir. Yine, “Şüphesiz Allah, iyi davranan ve yaptığı işi güzel yapanlarla beraberdir” (Kehf 69.) ayeti ile de işlerimizi güzel yapma derdinde olduğumuz sürece Rabbimizin bizimle beraber olacağını hatırlatmaktadır. Bu ayetler iş yapış biçimimizdeki irademizi güçlendirdiği gibi, alınacak neticeleri ve meyveleri de göstererek bu yönde atacağımız adımların ilahi yardımla destekleneceği müjdesiyle cesaretimizin artmasına katkı sunmaktadır.
İnsanın, ölümden sonrası için bile varlığını devam ettirmesinin yolunun nitelikli ve kaliteli işlerden geçtiğini Peygamber Efendimiz’in şu muhteşem ifadeleri de teyit etmektedir: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat” (Müslim.) Burada ölümsüzlüğün sırrı olarak ifade edilen hususlar da, ancak derinlemesine bir emek, ince bir işçilik ve niteliği dert edinme ile gerçekleşmesi mümkün olan meselelerdir.
Sözümüzü Şems-i Tebrizî’nin şu güzel beyitleri ile sonlandırmış olalım:
Bir şey yap, güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Öyleyse güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz.
Beceremez misin?
O zaman güzel bir şeye başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
Çünkü her insan ölecek yaşta.Şems-i Tebrîzî
İdris TOPÇUOĞLU
Comments are closed.